ZİLE GÖZLEMLERİ…

 

Yaklaşık yarım asırdır Zile’den hiç kopmadım, ortaokul ve liseyi burada okudum ve 10 yıla yakın da öğretmenlik yaptım. Sonrasında da sürekli gelip gittim. Bu yıl da emekliliğimi geçirmek adına yaklaşık 4-5 ay ikamet ettim.

Ortaokul yani 1970’li yıllarda Zile’nin Tokat’ın her yönden birinci ilçesi olduğu, ikinci sırayı Turhal’ın, üçüncü sırayı Erbaa’nın aldığı söylenirdi. Hatta öyle ki, Zile’de çok saygın ustaların olduğu, Sivas’tan, Yozgat’tan, Çorum’dan Kayseri’ye kadar vatandaşların Zile’ye gelip tamir, bakım işlerini yaptırdıkları anlatılırdı. Bu yıllarda şehrin merkez nüfusunun 30 bin civarında olduğu gururla söylenirdi. Zile Panayırı (Deyr) dillere destan olurdu. Sonraki yıllarda Zile’nin İL OLMASI dahi ısrarla gündeme getirildi. 

Ne mi olmuş? O eski Zile gitmiş, bambaşka bir Zile gelmiş. Gelen tanıyamaz, giden unutamaz! Ah Zile’m, vah Zile’m! diyesi geliyor insanın.

Tokat’ın birinci sırasını Erbaa, ikinci sırasını Turhal kapmış, maalesef Zile üçüncü sıraya düşmüş. Zile’den olabildiğince göç başlamış, tabiri caizse kaçan-kaçana olmuş, 50 yıl sonra dahi merkez nüfusu yine 30 binlerde seyretmeye devam etmiş. 

Zile’de değişim olmuş mu? Elbette olmuş. Hele fiziki gözlemle turlamaya bir başlayalım:

Zile deyince akla Zile Kalesi gelir. Kale’nin iniş-çıkış yöntemi aynı. Ya aracınla, ya da yaya olarak çıkmak zorundasın. Yaşlıların, engellilerin bu yöntemin dışında Kale’ye çıkma şansları yok. Başka yerlerde bu tip yerlere füniküler sistem kurularak kolay erişim sağlandığını çoğumuz görmüşüzdür. Darısı Zile Kalesi’ne diyelim. Kale’deki mevcut bina “Müze”ye dönüştürülmüş, bir zamanlar bu binaya tahıl doldurulduğu düşünüldüğünde müze olarak kullanılması sevindiricidir. Müze her ne kadar klasik anlayışla tanzim edilmiş ise de zamanla geliştirilmesi mümkündür. Hareketli bir müze daha çok ilgi çekerdi. Müze’nin giriş kapısında künyesi olmayan ama tarihi değer taşıdığı anlaşılan taşlar biraz gelişigüzel yerleştirilmiş. Hele üzerinde Hz Ali’nin kılıcı Zülfikar’ın şeklinin olduğu bir taşın o taşlar arasında “atık” gibi durması da insanın içini acıtıyor doğrusu. Gelelim Sezar’ın “Veni-Vidi-Vici” (Geldim-Gördüm-Yendim) şeklindeki kısa mektubunun burada yazıldığı hususuna. Kale’nin hiçbir yerinde bu sözle ilgili ne bir ikon, ne bir sütun, ne bir bilgi var, varsa da ben bugüne kadar görmedim. Şehir dedikodusu; aslında burada bir sütunun üzerinde bu sözün yazılı olduğu, ama çalındığı söylenir. Bu çalma işi aynen Kale’nin saati için de söylenir. Ama kim çalmış? Ne zaman çalınmış? Nereye götürülmüş? Resmi bir açıklama görmedik. Kale’de üzüldüğüm yerlerden birisi de güney surlarının üzerine çok kabaca demirden yapılmış, lalettayin bir ‘seyir kafesi’ konulmuş ki içler acısı. İyi bir taş ustası kalenin çevresinden toplanılan taşlardan bir kafes yapsaydı çok daha makbule geçerdi…

Zile’mizin zaten doğu-batı/güney-kuzey istikametinde iki ana arter caddesi var. Bu caddelerin genişleme şansı çok zor. Ama araçların sağlı-sollu, önlü-arkalı park etmelerine tedbir almamakta mı çok zor? Özellikle salı ve cuma günleri aracıyla çarşıya çıkmak demek trafik keşmekeşine girmek demektir. Nüfusla araç sayısının paralel artmaması doğal olarak park sorunu yaşatıyor ama bu sorunu insanlar yaratıyorsa, çözümü de yine insanlar bulacaktır. Elin oğlu metro istasyonunu yapmadan önce araç parkını yapıyor ki, işe gidecek olan aracını istasyonun parkına bıraksın, metroyla gidip dönsün, aracını alıp evine gitsin diye. Zile’de caddeye, sokağa sebze pazarı kuruluyor ama park yeri hiç düşünülmüyor. Park yüzünden kavga edenlere tanıklık etmişizdir. Yetmiyormuş gibi yaya kaldırımlarını bazı esnafların kapatmaları da bu sıkıntının cabası. Cadde, sokak deyince anlatmadan geçemem. Bir akşam vakti eşimle yürüyoruz, 15-16 yaşlarında bir genç bize yaklaştı “Amca şu gördüğünüz köpekler dün bana saldırdı, yetişenlerin yardımıyla kurtuldum, hastanede elime dikiş attılar, aman sopasız gitmeyin, ya da yolunuzu değiştirin” deyince ürperdik. Gerçekten de Zile’nin caddeleri, sokaklarında köpekler gruplar halinde geziyorlardı. Hayvanseverlik adına köpek saldırganlığını kimse savunamaz, tedbir almak yetkili kurumların görevidir. Başıboş köpeklere karşı vatandaş kendi tedbirini almaya zorlanırsa hiç hoş olmayan görüntüler çıkar ortaya.

Eskiden görürdük emekliler, yaşlılar, hastalar, engelliler şehir merkezindeki parklara oturur dinlenirlerdi, akan çeşmede elini yüzünü yıkar, suyunu içerlerdi. Merkezdeki eskiden kalan birkaç büyük parkları gezdim virane gibi. Şeyh Ahmet Caddesi üzerinde Hacı Bektaş Veli Parkı vardı, bu parkın adı kaldırılmış Mustafa Yücel Özbilgin Parkı olmuş. Tam Aziz Nesin’lik bir öykü…Karga Pınarı’na yeni bir çeşme yapılmış, yanında genelde emekliler oturuyor, muslukları sürekli gece gündüz akıyor, yetkililer bu çeşmenin suyunun akmasının gerektiğini söylemişler…Böyle bir cevap çok ta tatminkar değildi doğrusu.

Zile’de sosyal hayat bitmiş. Ne sinema var, ne tiyatro. Eskiden Aykut Sineması’na, Ulaş Sineması’na, Saray Sineması’na gidilirdi. Aile filmleri gelir, mahallelerde anonslar yapılır, çoluk-çocuk sinema salonlarını doldururdu. Maalesef Zileli sinema, tiyatro izleyemez olmuş. Atatürk kime demişti acaba; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından birisi kopmuş demektir” diye. İsteyen dilediği gibi yorumlasın artık.

Zile Kütüphanesi vardı. Küçüktü ama tıklım tıklım dolardı, sandalye bulamazdık oturmak için. Daha sonra büyük kütüphane yapıldı ve bu büyük kütüphane şimdi yerle yeksan olmuş, yenisi de yapılmamış,  Özel İdare İşhanı’na geçici olarak taşınmış, yaklaşık 40 bin kitap varmış ama çoğu yer darlığı nedeniyle paketlerinden çıkarılıp tasnif edilip hizmete sunulamamış, dolayısıyla aradığınız kitabı da kolay bulamazsınız. Zaten ödev araştırmak için öğrencilerden başka gideni de görmedim. 

Bir eğitimci olarak Zile’de öğretmenevi hizmetinin olmayışı da çok tuhafıma gitti. Zile Öğretmenevi tabelası binasında asılı duruyor. Güya yıkılıp yenisi yapılacakmış. Sanırım iki yıl olmuş bina tahliye edilmiş. Yıkıldı mı? Hayır! Yapıldı mı? Hayır! Yapılacak mı? Belirsiz.. Kütüphane için nasıl geçici bir yer bulunduysa Öğretmenevi için de geçici bir yer bulunamaz mıydı? Öğretmen örgütleri neden birlikte hareket edip bu konuda gündem yaratmazlar anlamak çok zor. Beğenmediğimiz 12 Eylül’ün açtığı Öğretmenevleri kapatılmak mı isteniyor yoksa!

Zilelinin yerel düzeyde sesini duyurabileceği iletişim kanalları da yok. Sadece günlük yayımlanan ÖZHABER Gazetesi var. Bir zamanlar ZİLE TV vardı, o da yok artık. Oysa Zile Lisesi bu işin öncülüğünü 40 yıl önce başlatmış, okuldan yayın yapan Zile Radyosu’nu kurmuştu. Sanırım bu günlerde yeni bir radyo yayını başlamış.

Kendi adıma, eski Zile’me özlem duydum. Zile için; “Gülen Şehir”, “Yaşanılası Yer”, “Emekli Şehri”, “Sakin Şehir”, “Festivaller Kenti” gibi marka şehir unvanlarını kullanmayı ne çok isterdik…

Zile’nin ekonomik sıkıntılarına değinmeye gerek yok, bütünün bir parçası.

Sahi Zile’de KENT KONSEYİ var mı?